1 Ağustos 2008 Cuma

MEVLÂNA’YI TANIMAK VE ANLAMAK -Makale-

MEVLÂNA’YI TANIMAK VE ANLAMAK / Mehmet KIYAK*
Mevlâna(1207-1273)
UNESCO 2007/ Mevlâna Yılı ve 800. Doğum Yıldönümünde Mevlâna Üzerinde en çok söz söylenen, en çok yazılan isimlerden biri de Mevlâna’dır. O’nun hayatı, kişiliği, eserleri ve felsefesi binlerce kişiye konu olmuş, kütüphaneler dolusu kitaplar yazılmıştır; ancak bütün bunlar O’nu anlatmaya yetmemiştir. Burada şunu da belirtmek gerekir ki O’nu anlatmak her dilin, her kalemin kârı değildir! Mevlana, bir sevgi ve hoşgörü elçisidir! Mevlana, aşktır! Mevlana, engin bir okyanustur! Bu okyanusta ben sadece küçük bir balığım. Balık ne kadar farkındaysa okyanusun, ben de o kadar farkındayım… (O’nun.) Sevgisi tüm dünyayı kuşatan böylesi engin bir kişiliği anlatmak kolay olmasa gerek. Ben bu yazımda Mevlâna Celâleddin Rumi’nin hayatı, kişiliği ve eserlerinin içeriği hakkında kısa bilgiler sunacağım.(1) O, ilginç yaşantısıyla ve etkileyici kişiliğiyle,13.yüzyıldan bu yana adeta insanları büyüleye gelmiştir. Derinliği olan şiirleri ve geniş yorumlara elverişli hikmetleriyle kitaplara sığmayacak olan Mevlâna’yı birkaç sayfaya sığdırmak acizlik olsa gerek! O, yaşantısı ve felsefesiyle yaşadığı dönemdeki bütün insanları büyülemiş, bu gün de bütün dünyayı büyülemeye devam etmektedir. Bu yüzdendir ki sevgisi bütün dünyayı kuşatan Mevlana’nın 800. doğum yıldönümü olan 2007 yılı, UNESCO tarafından “Mevlâna Yılı” olarak ilân edilmiştir. Bu da gösteriyor ki Mevlâna bütün dünyada daha çok konuşulmaya devam edecektir. Şüphesiz ki Mevlâna’yı en güzel anlatan yine kendisidir, yani eserleridir. Tabi ki bu eserler incelenirken O’nu görebilecek göz, işitebilecek kulak, hissedebilecek gönül gerekir. O’nun bütün eserleri, bütün yazıları büyük bir derinliğe sahiptir. Bu yüzden O’nun eserlerindeki derinliğe inebilmek, her gözün, her kulağın, her gönlün işi değildir. Tasavvufu bilmeden Mevlâna’yı tanımak, anlamak ve anlatmak mümkün değildir. Hele tasavvuf, günümüzde farklı farklı anlaşılıp yorumlanırken… O’nun tasavvuf anlayışı, tüm dünya mistizminden, hümanizminden ve diğer tasavvuf anlayışlarından tamamen farklı bir anlayıştır. Mevlâna çok büyük bir mutasavvıftır. O’nun tasavvuf anlayışı, özünü İslâm’dan alan İslâm Tasavvufudur. Bu yüzden Mevlâna’yı anlamak, anlatmak her şeyden önce bütün tasavvuf anlayışlarını, özellikle İslam Tasavvufunu ve İslam anlayışını iyi bilmekle mümkündür. Yoksa bir düşünce felsefesi akımı olan hümanizmdeki insan sevgisi ile Mevlâna ve diğer İslâm mutasavvıflarındaki insan sevgisi arasında çok fark vardır. Bir felsefi akım olan hümanizmde yüceltilen insan sevgisiyle Mevlâna’da yüceltilen insan sevgisi aynı değildir. Mevlâna’daki insan sevgisi, “Yaratılanı severiz, yaratandan ötürü.”anlayışının bir ifadesidir. Bu gün ne yazık ki tasavvuf anlayışı bu farklı bakış açılarından dolayı, farklı farklı algılanmakta ve yorumlanmakta, bu nedenle de mutasavvıflar da doğru anlaşılamamakta… Böyle olunca da bu durum, tüm İslâm mutasavvıfları için geçerli olabilecek yanlış anlaşılmalara neden olmakta, din ve tasavvuf konularını iyi bilmeyen insanlar arasında da bir kavram kargaşası yaratmakta… Oysa Mevlâna bu konudaki anlayışını açıkça ifade etmekte: “Ben bu canı bu tende taşıdığım sürece Kuran’ın bendesiyim, Kuran’ın kölesiyim. Ben Muhammet muhtarın ayağının tozuyum. Benden, bundan gayrısını nakleden olursa, ondan da o söylenen sözlerden de bizarım, şikâyetçiyim.” Mevlâna’da bütün insanlığı kucaklayan bir insan sevgisi vardır. Bu sevgi İslâmiyet’in öngördüğü insan sevgisinin ta kendisidir. Bunu bütün dünya insanını kucaklayan ve bütün dünyayı hayret ve hayranlığa düşüren şu meşhur dizeleri ne güzel anlatmaktadır: “Gel, ne olursan gel…” Mevlâna, bütün insanları aynı aşkla sevmiştir. Hiçbir insanı, insan sevgisinin dışında bırakmamıştır. Kötüyü, kötülüğü yermiştir; ama hiçbir insanı insanlığın dışına itmemiş, kimse için yargılayıcı olmamış, hatta kucak açmıştır. O’nun bu evrensel insan sevgisini bütün eserlerinde görmek mümkündür. Dünyada bir şeyler hep eksiktir, hep eksik olacaktır; o da maneviyattır, aşktır, sevgidir. Mevlâna, insanlara bu manevi zevki tattıran insandır. O, aşk ve sevgi ırmağıdır; gönüllere hep akmıştır. O’nun mesajı insanın aklına değil, kalbinin taa derinlerinedir. O’nun eserlerinin gücü, aşkın ve sevginin gücüdür. Bir sonsuzluktur aşk O’nun için, sürüp giden sonsuzluğa… Bu yüzden Mevlâna, insanlara hep aşk ve sevgi sunmuştur. İnsanın en büyük ihtiyacı da bu değil midir? Bütün güzellikler iğretidir, ödünçtür onun için… Bu yüzden O, hep hakikat peşinde koşmuştur. İnsanları hep hakikate çağırmıştır. Her konuya, her olaya farklı bakmıştır. Her bakışı insanları hayran bırakmıştır. O’nda damlalar deniz olmuştur. Onun için O’nu anlatmak kolay değildir. O, büyük bir şairdir. O, büyük bir filozoftur. O’nu okurken insan kendisini de okur! Hakikati kaybeden O’nda yol bulur! Kendini kaybeden, kendini O’nda bulur! O, bir okyanustur. Ben bir balığım… Balık ne kadar farkındaysa okyanusun, ben de o kadar farkındayım… Bu yazımda, binde birini bile anlatamadığım felsefesinin, aşkının ve sevgisinin bu kadarını anlatmaktayım… Allah dostu, insan dostu Mevlâna’nın, O’nu daha iyi anlatanların, O’nu sevenlerin affına sığınmaktayım… Mevlâna’yı ve kendimizi daha iyi tanıyabilmek ve daha iyi anlayabilmek ümidiyle… (1)Mevlâna’ya ilişkin burada detaylandırılmayan konular, diğer yazılarımda daha ayrıntılı olarak ele alınacaktır. 07.07.2007
(*) Mehmet KIYAK Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
http://www.antoloji.com/siir/sair/sair.asp?sair=21393&order=tarih&page=1 http://www.sevgikupu.com/siirler/siirler.asp?id=1107 http://mehmetkiyak.azbuz.com/categories.jsp?catID=628569

Hiç yorum yok: